Paris Hikayeleriniz

Paris. Hayallerimin şehri. Her ne kadar Woody Allen, eski çağlara duyulan özlemle dalga geçmiş olsa da içinde bulunmak istediğim, belle époque’un ev sahibi. Sokaklarında Hemingway’in, Picasso’nun dolaştığı sanat evi. Babam her konuştuğunda hayran kaldığım, sinsice dinlediğim dili konuşan insanların şehri. Ve ben nihayet bu şehirdeyim! Gidilecek tüm turistik mekanları bir bir  geziyorum, turistliğimin tadını çıkarıyorum.

Görülmesi gereken yerlerden biri de Notre Dame de Paris tabii. Kendini muhtemelen insan zannetmeye başlayan güvercinlerle dolu avlusundan geçip az önce gezmiş olduğum, çantama da çaktırmadan iki tanede mumunu attığım kiliseden rahat bir tavırla çıkıp (o zamanlar elektronik mumlar yoktu) Notre Dame’a bakan bir kafeye oturuyorum. İşte bu beklediğim an. Paris’e gelmeden önce Fransızca öğrenmeye başlamıştım. Daha ikinci kurdaydım ama gündelik kullanımlara yönelik ilerleyen dersler sayesinde alışveriş diyaloglarını işlemiştik. O da bana yeterdi. Sipariş vereceğim; o da bir alışveriş diyaloğu sonuçta.

İşte garson yaklaşıyor, ben cümlemi kafamda toparlıyorum. İlk defa Fransızca konuşacağım. Kafamda cümleyi o kadar çok tekrarlıyorum ki yanlış yapma şansım yok!

Garson geliyor: “Bonjour!”

Bir anda diyiveriyorum: “Bonjour. Je voudrais deux Cream-Caramel.”

Garson: “Excuse moi?”

Daha fazla Fransızca parçalamayayım diyip kısa kesiyorum: “Deux Cream-Caramel.”

Garson kaşlarını çatmış, kafası hafif yukarıda, dudaklarını büzmüş bana bakıyor. Ben de ona bakıyorum. Aradan yıllar geçmiş gibi oluyor ve garson dünyadaki tüm mutlulukları bünyesine toplayarak idrak ediyor ve gülerek: “Ooh chhreem chahahağğaaameğöö!” diyor.

Aha aha haa. “Oui oui.”

Bu hayatta bir Fransız garson tarafından bozulmuş olmanın eksikliğini hep yaşamıştım. Sağ olsun, beni kırmadı.

Yahu garson utanmadan beni, ‘bir turisti’ ezme cesaretini gösterebiliyor. Adam turiste doymuş! Dünyanın en afili dili adamın ana dili! Biz ve diğer tüm Fransız olmayanlar hayata yenik başlamışız bir kere.

Düşününce, sahiden, Fransız garson Edith Piaf’la aynı dili paylaşıyor. Belki Sartre’la aynı aksana sahip (bu ihtimal düşük tabii ama metaforlar yazıyı güçlendirir). İnsan ister istemez yurdum garsonunu düşünüyor. Türkçe bilmeyen bir turisti aşağılamak şöyle dursun, onunla anlaşabilmek için kendini parçalayan o tatlı garson, ortaya karışık getiren bonkör garson, bağırarak konuşunca Türkçe kelimelerin sihirli bir güçle başka bir dile dönüşebileceğine inanan o saf garson…

O günden sonra Paris’te üç gün daha geçirdim. Fakat bir daha Fransızca konuşamadım. Zaten utangaç olan ben bir daha da konuşmamaya ant içmiştim.

Fakat üç yıl sonra yeminimi bozdum. St. Tropez’de bir garsondan menü istedim üstüne bir de şarap siparişi verdim. Hatta inanmazsınız, başka bir tanesine de ‘buralarda süpermarket var mı?’ diye sordum! O da sağ olsun tarif etti.

Sıradaki ant içişimi ise Notre Dame’ın Garsonu’na ithaf ediyorum. Bir sonraki Paris seyahatimde onu bulup suratına ‘chhreem chahahağğaaameğöö’ diye haykıracağım. Bakalım muhteşem aksanım karşısında ne yapacak?!

Elif FİŞEK

Nisan 2016


Siz de seyahatinizde ilginç bir olay yaşadıysanız ya da eklemek istediğiniz önemli bir notunuz olduğunu düşünüyorsanız kendihikayeniyarat@gmail.com mail adresi üzerinden bizimle paylaşın, sizin de hikayenizi sayfamızda yayınlayalım.


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir